Çankaya Remzi Oğuz Arık Mahallesi’nde yer alan Yonca Apartmanı özgün tasarım yaklaşımı, kütle kompozisyonu, akılcı çözümleri ve mimari detaylarıyla önemli konut yapılarından birisidir. Yapı Yüksek Mühendis Mimar Orhan Turaman tarafından 1965 yılında tasarlanmıştır. Mimarla yapılan sözlü görüşmede Yonca Apartmanı’nın 1961 yılında Bayındır Sokak’ta inşa edilen bir başka apartmanla (İsmet Apartmanı) benzer bir tasarım anlayışıyla ele alındığı bilgisine ulaşılmıştır. Yonca Apartmanı bodrum kat, zemin kat ve üç normal kat olmak üzere toplam beş katlıdır. Yonca Apartmanı’nın dış cepheleri son derece sade ve yalındır. Cephelere hareketlilik katan en önemli unsurlar balkonlar ve balkonların korkuluk demirleridir. Apartmanın iç mekânları, tıpkı dış cephesi gibi ele alınmıştır. En önemli mimari detay, yine tıpkı dış cephede olduğu gibi, demir parmaklıklarda görülür. Kılıcına sıralanan merdiven korkulukları, apartman iç mekânının en önemli elemanıdır. Apartman iç mekânının diğer önemli elemanları, yer mozaikleri ve kalın-yatay ahşap bant geçen beyaz kapılarıdır. Yapı genel olarak prizmatik kütle anlayışıyla ele alınmış, plan şeması itibariyle kaymış iki dikdörtgen geometri üzerine oturtulmuştur. Yapı kayan her bir dikdörtgende her katta bir daire olacak şekilde tasarlanmıştır. Kayan dikdörtgen planlı kütleler birbirinden uzaklaştırılarak açılan boşlukta apartmanın giriş ve merdiven hacmi çözülmüştür. Dikdörtgen planlı kütlelerden sokak tarafına uzak olanının zemin katı boşaltılarak, kütlenin kolonlar (pilotiler) üstünde yükselmesi sağlanmıştır. Yapının boşaltılan bu kütlesinin altı otopark olarak kullanılmaktadır. Altı boşaltılmayan diğer prizmatik kütlenin zemin katında mimar kendi için hem apartmanın içerisinden hem de bağımsız girişi olan bir daire planlamıştır. Giriş mekânıyla otopark mekânı arasındaki görsel ve fiziksel ilişki tavan seviyesinden daha alçakta biten bir taş duvarla kesilmiştir. Ek olarak, kullanıcıyı giriş mekânına yönlendiren ve dışarıdan içeriye devam ederek iç-dış ilişkisini kuran bu duvarın üstünde yapının ismi ve posta kutuları yer alır. Alışık olunanın aksine posta kutuları apartman iç mekânında değil, taş duvarın içine gömülerek dış mekânda çözümlenmiştir.Yonca Apartmanı’nın kat planları, kayan iki kütlenin merkezinde sirkülasyon çekirdeği, bu çekirdeğin iki yanında iki daire yer alacak biçimde düzenlenmiştir. Dairelerin plan şemalarında özel mekânlar ve genel kullanım mekânları ayrımı çok iyi çözümlenmiştir. Özellikle dairenin sahipleriyle misafirlerin dolaşımının çakışmaması ve mutfağın her iki gruba da hizmet edebilecek bir konumda olması plan şemasını oluşturan ana kararlardır. Mimar Orhan Turaman’ın kendi için tasarladığı daire plan şeması bakımından apartmanın diğer daireleriyle benzerlik gösterir. Fakat kimi müdahalelerde, kullanılan malzemede ve yapısal-mimari çözümlerde ayrılır. Dairede en dikkat çekici unsurlar salondaki yemek ve şömine bölümünü oturma bölümünden ayıran kot farkı, oturma bölümü ve evin girişi arasında yer alan ve apartmanın giriş mekânındaki taş duvara gönderme yapan taş duvar, bu taş duvarın içinde iki taraflı bir şekilde mekânlara görsel zenginlik sunan ve aynı zamanda mekânlar arasındaki görsel geçişi destekleyen akvaryum, apartmanın giriş mekânında bütünleşik bir şekilde çözümlenmiş ahşap asma tavan ve ahşap vestiyerdir. Sıralanan bu mimari özelliklere mimar tarafından tasarlanan aydınlatma elemanları da eklenebilir. Sözü geçen mimari özellikleriyle Yonca Apartmanı dönemin konut yapıları arasında ön plana çıkmaktadır.
Yapının projelerine ulaşılamamıştır.Yapının mimarı Orhan Turaman ile sözlü tarih çalışması yapıldı. Orhan Turaman’ın evi fotoğraflandı.
Orhan TuramanGörüşmeyi Yapanlar: Nuray Bayraktar, Umut Şumnu, Ece Akay Şumnu Görüşmeyi Derleyen: Tezcan Karakuş CandanGörüşme Yapılan Kişi: Orhan TuramanGörüşmeden Derlenen Bilgiler Orhan Turaman Malatya Lisesi’nin fen bölümünden mezun olmuş, 1950 yılında lise bitirme notlarıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kabul edilmiştir. Taşkışla’nın ilk talebelerinden olan Turaman, o yıllarda Emin Onat, Orhan Safa, Kemali Söylemezoğlu, Kemal Ahmet Aru, Oğuz Donat ve Clemens Holzmeister’den 2-3 dönem proje dersleri almıştır. Yapı kürsüsünde asistan olan Enver Tokay ile çalışmış, 1954 yılında mezun olmuştur. Askerliğini yaptıktan sonra 1959 yılında Ankara’ya gelerek serbest mimarlığa başlamış olan Orhan Turaman ağırlıklı olarak Ankara ve İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde yapı yapmış, hem Ankara, hem İstanbul’da taahhüt sektöründe çalışmıştır. Malatya SSK Hastanesi, Erzincan SSK Hastanesi, Etibank Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Pendik Tersanesi ile Aliağa Rafinerisi’nde bir bölümü inşa etmiş, mimarlık yaşamında 25-30 yıl inşaatları bizzat kendisi yapmıştır. Projesi ve inşaatı kendisi tarafından yapılan Bayındır Sokak’ta bulunan İsmet Apartmanı ilk eseridir. Gerede Sokak’taki apartman ise 3. ya da 4. yapısıdır. Ankara’da daha çok taahhüt işleri yürüten Orhan Turaman’ın 1967–68 yılında Alaçam Sokak’ta tasarladığı ofis yapısı, Ankara’nın ilk asansörlü ofis yapısıdır. İstanbul’da mülkiyeti kendisine ait olan arazide kendi projelendirdiği ve yaptığı bir yapısı bulunmaktadır. İstanbul’da 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında Alman Mauser ve Krupp firmalarının temsilciliğini yapan silâh komisyoncusu Huber Kardeşler tarafından yaptırılan ve 1985 yılında Cumhurbaşkanlığına tahsis edilen Huber Köşkü’nün arkasında bulunan Turaman Villası 1980 yılında tamamlanmıştır. Türkiye’nin imarında önemli sorumluluklar üstlenmiş mimarlardan aldığı eğitimin mimarlık yaşamını nasıl belirlediğine dair ifadelerle mimarlık eğitiminin ne kadar önemli olduğunun altını çizen Turaman, mimarın proje tasarım sürecini nasıl ele alması gerektiğine dair bugün unutulmaya yüz tutmuş prensipleri bir kez daha hatırlatmıştır. Orhan Turaman, projenin önemli bir aksını oluşturan kullanıcıların yapı üretim sürecindeki rolünün üzerinde de durmuştur. Mimarın tasarlayacağı yapıyı hissetmesi ve kullanıcı ile ilişkilenmesi gereğine dair aktardığı deneyimler, kullanıcının önemini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Mimari tasarım süreci aynı zamanda bir deneyimleme sürecidir. Bugün geleneksel tasarım yöntemleri ile modern tasarım yöntemlerinin, mimarlık eğitiminde karşılığını bulması, kaçınılmaz bir zorunluluğa dönüşmüştür. Orhan Turaman’da bu noktaya işaret ederek mimarlık eğitimine dair öneri ve eleştirilerini kendi deneyimleri üzerinden aktarmıştır.“Mimarlık böyledir zaten. Bize hocalarımız -bilmiyorum size de söylemişlerdir- mesela bir işyeri yapacaksanız, gidin o işyerinde mutlaka zaman geçirin derlerdi. Ben talebeyken hastane projesi yapmıştım. Gidip iki ay üç ay hastaneleri dolaştım. Bütün servisleri dolaştım. Nasıl çalıştığını, nasıl işlediğini öğrendim... Nerede kendime göre aksaklık varsa oradaki doktorlarla veya yetkililerle görüşür, aksamanın neden olduğunu öğrenir, benim düşündüğüm şekilde düzeltilirse acaba giderilir mi diye sorardım. Gelecekte yapacağım herhangi bir proje için bir ön bilgi toplardım. Proje yaparken üniversite çağındayken biz böyle öğrendik, böyle eğitildik. Gider yaşardık, bir insana bir ev yaparken de. Geldiler size, bana bir villa yapın veya bir müstakil ev yapın dediler. İşte mali imkânım bu kadar, çoluğum çocuğum bu kadar, yaşantım bu, filan dediler. Kullanıcının bütün iç yaşamını öğrenmeniz gerek.. Müzikten mi hoşlanır, resimden mi hoşlanır, başka bir özelliği mi var, başka istediği bir şey mi var? Onunla yaşamanız lazım geçmişini öğrenmek için. Bu geçmişten hareketle , geleceğe onu yönlendirmek için. Çünkü orada yaşayacak adam. Yarın öbür gün size küfür eder, öyle değil mi?”Gerçek hayatla ilişkilenme mimarlığın doğasında vardır. Mimarlık eğitiminde bu sürecin son yıllarda ciddi şekilde yapaylaştığı izlenmektedir. Görüşmede mimar, bugünün proje üretim sürecine, kentleşme sürecine yönelik önerilerle birlikte eleştirilerini de ifade etmiştir. “Bir işin gereği neyse onu yapmak lazım. Siz mimarsınız, bu işleri söylememe gerek yok. En fonksiyonel bina en güzeldir. İhtiyaca en iyi cevap veren bina- kim oturacaksa kim kullanacaksa, onun ihtiyacına en son noktasına kadar cevap veren bina - güzel binadır. Hocalarımın bize öğrettikleri bu.O kadar güzel bir meslektir ki; insanları en az 30–40 sene o binada oturmaya, o binayı kullanmaya, dolayısıyla yönlendirmeye çalışıyorsunuz. Bir insan şöyle oturmalı, şöyle yaşamalı, banyosu şöyle olmalı, mutfağı böyle olmalı filan diye bir düşüncenin sonucunda bir şey ortaya koymanız lazım. Hani şurada park yerini düşünmek bile bir olay. İşte bir eve girdiğiniz zaman, yani netice itibariyle bir salona giriyorsunuz ama, girdiğiniz zaman içiniz açılmalı. Bu bir eğitimin sonucu. Burada gelip de bu binayı şöyle yapacağım diye düşünemezsiniz. Bilmiyorum, ben şu anda bile bir konuyu elime alsam proje çizmeye çalışsam, yaşayacak kişileri anlatırım, bu olayda onları yönlendiriyorsunuz, onlara bir yaşam çiziyorsunuz. İşyeri de böyledir, hatta şehirler de böyledir. Onun için biraz evvel söyledim, şehircilik yaptığınız zaman 50 senelik bir dönemi kapsar en az. 50 sene sonrayı görmeniz lazım. En az 50 sene bir toplumu, bir ortam içinde yaşatacaksınız.O zaman burası kalabalık bir yer değildi, şehrin dışında bir semtti Kavaklıdere semti. Şimdiki yollar yoktu. Yollar açıldığı zaman da zaten iki yönlüydü, bütün Ankara’da olduğu gibi. Şimdi Ankara’da iki yönlü yol yok. Bütün caddeler tek yönlü. Bulvar, O da Kavaklıdere’ye kadar, ondan sonra Cinnah Caddesi de, Tuna Caddesi de, Meşrutiyet Caddesi de, işte aşağıda Güvenlik Caddesi de, hepsi tek yönlü yol. Türkiye 50 sene ilerisini göremiyor şehirleşirken. Hâlbuki bir şehircilik projesi, bir şehircilik kavramı, en az 50 seneye hitap etmeli. Mimarlık, hayatı yönlendiren, hayatı çekilir hale getiren, güzelleştiren, bir yapılaşmanın ön safhasında hizmet veren bir meslektir. Bunu böyle kabul etmeniz lazım. Çünkü öyle bir sorumluluk ki, bir insanı 30 sene 50 sene, bilmiyorum ne kadar ömür verirse Allah, o süre içerisinde, o yaşama zorluyorsunuz. O yaşamda her an mutlu olmalı. Hiçbir şeyden şikâyet etmemeli. Onun için ahşap çok önemli, böyle bir yapı içinde, şu ev içinde bile bir akustik önemli. Geçenlerde bir arkadaşımın evine gittim salonuna, inanın salonda otururken konuşamadım mutfaktaki gürültüden. En ufak bir tabak çatal gürültüsü, içeride inanılmaz bir sese sebep oluyordu. Bu çok önemli bir olaydır. Yani mimarlık yalnız fonksiyonel olarak yapıda değil, işletmesinde, yapılmasında ve kullanılmasında da son derece dikkat isteyen bir meslektir. Çizimini yapıyorsunuz, sonra, gidiyorsunuz tarif ediyorsunuz. Yani bütün işi üstleniyorsunuz. Yani yaptığım işlerde buna çok sık rastladım, sık olan bir olay. Yani bizim tatbikat yönümüz bu olayda belirleyici, onun için bu işi bilen kişileri tatbikatta başa koyarlar. Anında çözüm bulsun diye. Önceden düşüneyim de, buraya bunu mu yapacağım diye düşünemezsiniz proje halindeyken. Ama tatbikat sırasında karşınıza bir sorun çıkar. Bunu gördüğünüz anda çözersiniz zaten, gördüğünüz anda çözersiniz. O hayatı yaşamanız lazım. Mimarın, iş sahibiyle beraber yaşaması lazım olayı. İşin içine mutlaka girmesi lazım. O yaşamı yaşamazsa, o mimarlık da cevap veremez arzu edilen şeye. Veya verir de, işte bunun gibi olur. Mutlu etmez değil, tam tersine insanları başka yöne yöneltir. Bu çok önemli bir olay, yani hayatı bilmeniz lazım. İçinde bulunduğunuz hayatı çok iyi bilmeniz lazım cevap vermeniz için. Nasıl bir doktor çok iyi muayene edip, bir sürü testten geçirip bir hastayı iyice etüt ettikten sonra hastalığına cevap verirse, bir mimar da, yapacağı hizmet binasını, hizmet yapısını -şehircilik de olabilir- çok iyi bilmesi lazım, çok iyi etüt etmesi lazım, çok iyi öğrenmesi lazım. Ondan sonra ancak cevap verir. Yoksa ben mektepten mezun oldum, işte diplomam da var, ben mimarım deyip, bir şeyler karalamanın bir anlamı yok. İşte böyle binalar çıkar. Bu bizim şansımızdı, her mimar için böyle şanslı bir dönem olmaz.”Yapı üretim süreci bir bütündür. Planlamadan yer seçimine, tasarımdan inşasına, yapım sürecinde çalışanlardan kullanıcılara, ekonomik ve sosyal gelişmelerden siyasal öğelere kadar genişleyen süreç, mimarlık üretimini doğrudan belirler. Bu haliyle mimarlığı ada-parsel ölçeğinde tek yapıya indirgemek, onu bağlamından kopartarak yalnızlaştırmak ve yok etmek anlamına gelmektedir. Kentleşme politikalarının, insanın sağlığını etkileyen sağlık etki değerlerinin mimarlık süreçlerini nasıl etkilediğine dair aktardıklarıyla Orhan Turaman, planlamadan insan psikolojisine kadar farklı alanlara değinmiştir. “Şimdi bakınız, şu şehirleşme Ankara’da veya İstanbul’da veya neyse diğer şehirlerimizde, dilediğimiz gibi bir şehirleşme olsaydı... Şimdi bakınız, sokaktan karşıdan karşıya geçemiyorsunuz. Bunu bırakın, herhangi bir kaldırımdan, 30 metre, 20 metre yürüyemiyorsunuz. Kaldırımın bozukluğunu bir tarafa atın, kaldırım yok. Her kaldırımda en az üç tane, dört tane araba park etmiş. Şimdi bu hayatınıza nasıl etki eder? Bugün bir iş için giderken öyle bir karmaşadan geçip giderseniz, o gittiğiniz işte nasıl bir performans gösterirsiniz? Bütün psikolojinizle, bütün yapınızla, bütün benliğinizle yaşamınızı sürdürmeniz için, mutlaka şehirciliğin ve mimarlığın gerçekten yaşanır halde olması lazım, gerçekten insana en iyi hizmet veren bir şekilde olması lazım.”Yapıya Dair Orhan Turaman tarafından tasarlanan yapı 1965 yılında inşa edilmiştir. Yapının inşa edildiği yıllarda çevrede yapılaşmanın olmadığını, Ayrancı semtinin henüz gelişmediğini kullanıcı “Buradan baktığınızda karşı tarafı görürdünüz” sözleriyle ifade etmiştir. Daha önce kooperatif olarak alınan arsa, yapılaşma olamadığı için kooperatif tarafından parça parça satışa çıkarılmış, mimar arsaya bu şekilde sahip olmuştur. “Burada dokuz daire var, bir de burası var,on. Üst katıyla plan şeması aynı değil. Burası tek daire, yukarısı üç daire. Bağımsız girişli burası, müstakil bir daire. Burayı yalnız, Ankara’da bahçeli bir evde veya bir villada oturuyormuş gibi bir kafayla düşündüm veya bu öngörüyle planlamaya çalıştım. Balkonu yok mesela buranın, ama yukarıdakinin daha rahat balkonu var, bahçesi var. Yani müstakil girişi çıkışı var. Bunlar hep benim ihtiyacıma cevap verecek şekilde, bu evde 30 - 40 sene oturacağımı düşünerek planlandı. Tasarım süreci üç dört ay falan sürdü. Tasarım o kadar birbirine bağlı bir olay ki. Mesela bakın, bu salonda radyatör göremezsiniz. Yerin altında, boruya sarılmış spirallerle ısıtma var bu salonda. Diğer taraflarda normal radyatörler var. Şimdi bunu düşünürken, yere kadar cam olarak düşünüyorsunuz. Bakın önünüzde hiçbir mani hal yok. Yukarılarda da bu şeyler vardır, yaptığımız bütün binalarda vardır. Biraz ticaret kapsamının dışında düşünülmüş, demin söylediğim gibi 40-50 sene hizmet verecek bir yapı, 40-50 sene bir insanı yönlendirecek, yaşatacak, hatta ona bir gelecek yönüyle onu eğitecek bir yapılaşma olması lazımdı, ben böyle düşündüm. Bu binayı çekirdekten, toprağından alıp, yaptık. Bakın yolda ki park olayını çözdüm, ben o zaman on tane arabalık park yeri ayırdım. Böyle bir talep yok, ama sonrasını öngörerek yaptım herhalde. Bunun yerine bir daire, iki daire daha yapabilirdim.”Binanın tasarımı ve yapımı sürecinde mimar aktif rol almıştır. Detaylar, iç düzenlemeler, cephe ayrıntıları, hepsi bir tasarım ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Mimarın hem tasarımcı hem de yapımcı olması nedeniyle, yapının inşa sürecinde mimar geniş bir etkinlik alanına sahip olmuştur.“Bütün detaylar bana ait, sadece proje ve yapım süreci değil, her şey bana ait. Cephe düzeni, balkonları... Mutfağından, banyosundan, doğramasına, döşemesine varıncaya kadar her şey bana ait. Yani benim öngörümle, benim detaylandırmamla yapıldı.O süreçte projelerimizi Mimarlar Odası’ndan onaylatırdık. Konur Sokak’ta da küçük bir bina yaptım. Mimarlar Odası’ndan mutlaka vize almak gerekirdi. Tesisat ile ilgili hep aynı ekiple çalıştım. Türkiye’nin çok yerinde işlerimiz olduğu için, yani 1000 kişi 2000 kişi filan vardı benimle beraber çalışan veya benim hükmüm altında diyelim. Yani mesela doğrama işini, hastanelerde filan, yaptığım diğer tesislerde, doğrama işini orada atölye kurararak çözerdim. Mesela hastanede mutlaka -Erzincan’da, Malatya’da- doğrama atölyesi kurduğumu, demircilik atölyesi kurduğumu biliyorum. İnşaat süresince o atölye oradaydı. Her an her istenen şeye cevap verecek bir düzenlemeydi. Tasarımlarda hiç kimsenin etkisi yok, eşim hariç. Mimarlık nosyonu sizin içinize işlemiş olur. Şimdi değişen şey ne? Teknoloji. Eğer teknolojiyi takip ediyorsanız, kendi yapınıza, kendi nosyonunuza, kendi öz bilginize hitap edecek teknolojiyi seçmek sizin elinizde. Evdeki mobilyalar bana ait. Yani bana ait derken, mecmualardan gösteriyorlardı. O zaman hazır böyle bir mobilyacı atölyesi yoktu. Şömineyi ben yaptırdım. Başında durup yaptırıyordunuz. Bir kere bir şey tasarlıyordunuz, ondan sonra şurası şöyle olsun, burası böyle olsun diye tarif ediyordunuz.” 1960’ lı Yıllarda Ankara Orhan Turaman görüşmede kendi gözünden 60’lı yıllar Ankarasını, gelişimini, yapılaşmasını, sade bir dille aktarmış, bugün yaşantımızın içinde olan mekanlar hakkında detaylı hatırlatmalarda bulunmuştur.“Ankara o zaman Ulus’tu, Kızılay bile yeni. Yani şimdi Bayındır Sokak’ta diyorum, belki ilk, belki ikincidir çok katlı bina olarak, hepsi iki katlı, benim yaptığım o bina. Orası karakoldu, iki katlı bir binaydı. Bırakın Bayındır Sokağı, Mithatpaşa Caddesi bile iki katlı evlerden oluşmuştu. Şimdi Ankara şehircilik projesi yapıldığı zaman -Jansen’in evet- 110 metre veya 120 metreymiş Bulvarın genişliği, Büyük Sinema’nın olduğu yerde. Sonra çok geniş demişler, işte 90’a mı ne düşürmüşler. Şimdi düşünün ki o gün öngörülen yapı, bugünkünden çok daha ileri bir safhadaymış. Bakın, şu Şimşek Sokak var ya, Güven Hastanesi’nin arkası. O yol Eskişehir Yolu’na bağlanan yol, bu bulvarın alternatifiydi. Buraların hepsi bağlık, bahçelikti ve buradan Çankaya’ya çıkacaktınız alternatif olarak. Düşünülmüş, ama sonra hangi nedenle, hangi nedenle diye sormaya bile gerek yok, belli ki bir çıkar uğruna yapılamamış. Çankaya Sineması’nı, beraber çalıştığım arkadaşlarım yapmıştı. Ön tarafı büro, işyeri, ev olarak da kullanıldı. Tasarımı Mehmet Ünal, Fehmi Doğan yapmışlardı. Büyük Sinema vardı, Enver’in binası dedim ya, onun tam karşısında, Ziya Gökalp’in hemen başında bir sinema vardı. Şehir Sineması mıydı neydi adı. Hemen Ziya Gökalp’in başında sol tarafta bir sinema vardı. Büyük Sinema vardı, şurada bir sinema sonradan yapıldı. Bahçelievler’de bir sinema vardı. İşhanı bizim talebeliğimiz sırasında başladı. 1954’tür o zaten. Doğan, Mesut, o işhanının mimarları. Emekli Sandığı’nın binasıdır o. Gidin Bahçelievler’e, bundan 20 sene evvel Bahçelievler şehrin çok dışında bir yerdi. Otobüsle filan gidilirdi ancak. Şimdi Bahçelievler şehrin içinde. Kızılay Meydanı’nın yapılmasını biliyorum. Mimar belediye başkanı Vedat Dalokay bizden üç-dört sene öncedir. Paris’e gitmişti, dönüşte, buraya geldiği zaman tanıdım. Ama orayı doğru dürüst bir meydan haline getiremedi. Paris meydanları hep belli bir ringdir. Başlanmıştı, ama tekrar dolduruldu. Bilmem yeraltı mı yapalım, bilmem yer üstü mü yapalım filan, şimdi allak bullak, ne olduğu belli değil. Girişi yok, çıkışı yok. Yani Türkiye’de bir kere mimarlığı ararken, bana sorarsanız katiyen binalardan başlamayın, şehircilikten başlayın. Şehir olmadan, şehirleşmeden mimarlık olmaz ki. Şu anda ne şehircilik var, ne mimarlık var. Bu bir eğitim boşluğu.“