Maliye Evleri Çankaya İlçesi Doğuş Mahallesi’nde yer alan iki ayrı adada konumlanmış üç bloktan oluşmaktadır. Maliye Bakanlığı’nda çalışanlar tarafından kurulmuş olan Otuz Evler Yapı Kooperatifi tarafından inşa ettirilen bloklar katta dubleks olarak tasarlanmıştır. Her bir blok, ölçeği, zengin iç mekân kullanımı, sosyal ilişkileri geliştiren tasarım yaklaşımı ile dönemin özgün konutları arasında yerini almaktadır. Blokların 1956 yılına tarihlenen avan projeleri Ord. Prof. Yüksek Mimar Emin Onat tarafından hazırlanmıştır. 1957 yılına tarihlenen uygulama projeleri ise Yüksek Mimar Demirtaş Kamçıl, Yüksek Mimar Rahmi Bediz tarafından hazırlanmıştır. Bloklar üç dubleks kattan oluşmaktadır.Dikdörtgen bir kütle olarak tasarlanmış olan bloklarda, iki yanda yer alan düşey sirkülasyon elemanları kütleyi sonlandırmaktadır. Arka cephede konutlara girişlerin sağlandığı yatay sirkülasyon koridoru kütlenin içeri çekilmesi ile oluşturulmuş, böylelikle aynı zamanda üst katların kütle etkisi güçlendirilmiştir. Ön cephede içeri çekilme iki kat yüksekliğinde olup, üst kat balkonları ile boşluk dengelenmiştir. İki blokta zemin katlar ön ve arka bahçeden yararlanacak şekilde tasarlanmış, konutlara arka bahçeden de giriş verilmiştir. Tek blokta ise binanın arka cephesinden, yapıdan kopartılmış simetrik iki sirkülasyon çekirdeğinden yapıya girilmekte, yolun altında kalan kısım garaj olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle bu blokta konutların arka girişleri ve bahçeleri bulunmamaktadır. Dubleks olarak çözülen konutlar alt katlarda salon mutfak tuvalet, üst katlarda iki yatak odası sandık odası ve banyodan oluşmaktadır. Salonda oluşturulan galeri katlar arası görsel ilişkiyi sağlamakta, üst katlarda galeri mekânı oda olarak kullanılmaktadır. Konutların girişleri arka cepheden yatay sirkülasyon koridorundan verilmiştir. Hem toplu bir yaşamı hem özelleşmiş mekânsal kullanımı öngören tasarım yaklaşımı ve yalın ve eşitlikçi anlatımıyla Maliye Evleri özgün bir yerleşim olarak konut yazım tarihinde önem taşımaktadır.
1B+3 DubleksTadilat_1972: Bahçe Duvarı Projesi, Ruhsat: 14.07.1972Erdoğan Tuzcuoğlu (İnş. Müh)Dip. No: 2143, Oda: 4007
Zuhal Özcan ve Nezahat Benlioğlu-Maliye EvleriGörüşmeyi Yapan: Tezcan Karakuş CandanGörüşmeyi Derleyen: Tezcan Karakuş CandanGörüşme Yapılan Kişiler: Zuhal Özcan, Nezahat BenlioğluGörüşmeden Derlenen BilgilerMaliye Evleri’ni gerçekleştiren Otuz Evler Yapı Kooperatifi’nin 1953 yılından önce kurulduğu; görüşme yapılan Nezahat Benllioğlu’nun kooperatife, Maliye Bakanlığı’nda çalışırken, 1953 yılında katıldığı anlaşılmaktadır. Kooperatifin kurucuları arasında, Tahsin Akman, Muhsin Özbay, Ömer Cahit Kayra gibi Maliye Bakanlığı’nda çalışan üst düzey memurlar bulunmaktadır. Kooperatifin işlerliğinin devam etmesi için arkadaşlarının zorlamasıyla kooperatife katılan Nezahat Benlioğlu, ilk girişte 90 TL ödemiştir ancak aynı dönemde aylık maaşı da 90 TL’dir. Maliye Evleri’nin çok kısa bir sürede, 1956 yılında bittiğini söyleyen kullanıcı, Mimar Emin Onat’ı, Tahsin Akman’ın bulduğunu ifade etmiştir. Nezahat Benlioğlu, Maliye Evleri’nin, Emlak Bankası’ndan yüzde yedi faizle alınan kredi ile yaptırıldığını, 1964 yılına kadar süren kredi ödemelerinin aylık 750 TL olduğunu belirtmiştir. “Maliye Evleri’nin arsası şahıstan alınmıştı. Aslında Dedeman Oteli’nin oradan bir arsa bakılmıştı; bizi de götürmüşlerdi, fakat metrekaresi yetmedi. 1953’te başladı ve 1956 yılında inşaat tamamlandı. O zaman çok uzak bir yerdi. At arabası ile malzemeler taşınırdı. Muhsin Bey, malzemeler çalınmasın diye inşaatta yatıp kalkardı. Şube Müdürümüz Kaya Bey, at arabası ile malzeme taşırdı. Gazi Osman Paşa taraflarında 14 Mayıs Evleri’de başlamıştı. Onlara çok üzülmüştük, dağın başına ev yapıyorlar diye. Esat Caddesi’nden baktığınızda sadece bizim üç blok görünürdü, her yer bomboştu ve yollar çamurdu. Kooperatifin kuralarını ben hazırladım; bana birinci kat çıktı, üstüne şerefiye parası ödedim. Birinci katta oturup balkondan baktığımda o zamanlar Yenimahalle görünürdü. Sonradan ağaçlar büyüdü, evler yapıldı, görünmez oldu. Maliye Evleri’nde daha çok kiracı olarak Amerikalılar otururdu. Kredi borcunu ödemek zordu. Aylık kredi 750 TL idi, kira da 750 TL getiriyordu; böylece kredi ödeniyordu.” Babası Maliye Bakanlığı’nda müdür olarak çalışan Zuhal Özcan’da, Otuz Evler Kooperatifi’nin, babasının arkadaşlarıyla birlikte, müsteşarlarının gayretiyle kurulduğunu teyit etmiş ve toplam olarak evin maliyetinin 64.000 TL olduğunu söylemiştir.“İşte o dönemde bir kooperatif olarak kuruyorlar, aynı dairedeki arkadaşlar. Müsteşarlarının gayretiyle. Yani patronları hadi bu işi yapın diyor, onlar da bir kooperatif kuruyorlar. Hatta hayıflanırdı babam, Esat Caddesi’nin üstünden parsel alamadık, çok pahalıydı, mecbur kaldık bir alttaki caddeye diye. Dairelerin kendisine 64 bin lira ödemiş babam. Onu da şundan biliyorum: 1964’te taşındık, 64 bin liraya... Yoksa aklımda kalmaz böyle. Ama yapılırken binalar, kendileri -bekçi tutacak paraları olmadığı için- inşaatta yatıp kalkmışlar nöbetleşe. Gelen malzemeleri koruyabilmek için. İlk fayanslar böyle sarı bir seramikti, onlar, İtalya’dan gelmiş. Kaybolmasın diye o inşaatta beklemişler.. 1953’te başlamışlar, 1958’de ancak bitirebilmişler. Şimdi bu grup içerisinden Hüsnü Gönülal, Hüsnü amca ve eşi Güzin Hanım’ın çok emekleri geçmiş. Oğulları Ümit elçiydi.” Maliye Evleri’nin yapıldığı alanda henüz imar planı bulunmadığından, daha sonradan yapılan binalarla gabarisi farklıdır. Yapıların ilk etütleri Emin Onat tarafından yapılmış; ancak uygulama projeleri sürecinde Demirtaş Kamçıl ve Rahmi Bediz sorumluluk almıştır. Aynı şekilde, Mimar Emin Onat’ın tasarladığı Sevda Cenap And Vakfı binasının statik projeleri de Demirtaş Kamçıl ve Rahmi Bediz tarafından çizilmiştir. “İlk etütlerini Emin Onat yapmış. Evet, onun eskizleri üzerinden de -henüz taze mimarlarmış o dönemde- Demirtaş Kamçıl ile Rahmi Bediz çizmişler. Yani eskiz verilmiş, hadi siz çizin denir ya, onlar da büroda çizmişler. Ben bu projeyi bir yönetim toplantısında, bir kere gördüm. Babam (Rahmi Tunçağıl) bir ara apartman yönetimindeydi, ben de o zamanlar taze mimardım. Gel bak sana göstereyim, biz burayı nasıl yaptık diye projeleri bir kere göstermişti, öyle hatırlıyorum. Pembeleşmiş bir ozalit, kaplı bir ozalitti.” Kooperatifin taksitlerinin yüksek olması, daha henüz taşınmadan bazı ev sahiplerinin dairelerini satmasına neden olmuştur. 1950 yılında Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Amerikalıların Türkiye’ye gelmesi sonucunda Maliye Evleri’nin ilk kiracıları Amerikalı aileler olmuştur. Ev sahiplerinin taşınması ise ancak banka kredi borcunun bittiği 1964 yılına rastlamaktadır. “Babam krediyi ödeyebilmek adına evi kiraya verip, kirasıyla da kredi borcunu ödemek durumunda kalmış. Kooperatifde insanların öyle çok büyük gelirleri yoktu ki. Fakat biz taşındığımız zaman da epeyce bir yabancı otururdu orada.” Yapıların inşa edildiği dönemde arkada bağlar, Esat Caddesi tarafında ise köşkler bulunduğu, yapılaşmanın ve altyapının tamamlanmadığı bölgede sokakların belli olmadığı anlaşılmaktadır.“Gerçi yol yoktu, çamur her taraf; yani çıkılır böyle bodoslama yürünür evden, vardığınız yer neresiydi? Fethi Bey Köşkü, Naim Bey Köşkü diye Esat Caddesi’nin üzerinde tek tük evler vardı. Sokak filan yok, yani böyle yürüyorsunuz işte. Yanılmıyorsam Naim Bey Köşkü, bugünkü Bağlayan Sokak’ın karşısında bir yerlere denk geliyordu. Fethi Bey Köşkü de, Esat Caddesi’nin Akay’la birleştiği, şimdi altında Stüdyo L olan yerdeydi. Evden baktığımızda Esat’taki Mintrak Apartmanı görünürdü. Bir tek o vardı, etrafında tek tük evler vardı. 1960’lı yıllarda Kolej’deki okula bazen station vagon bir araçla giderdik o zaman bir tek sokak vardı.” Maliye evleri ve Kızılay bağlantısını, görüşme yapılan Zuhal Özcan çocukluğunun Ankarası ile birleştirerek anlatmıştır. Ulaşım altyapısının olmadığı bir dönemde yürüyerek gidip geldiği okulun yolundaki her bir detayı hatırlarken sosyal yaşamın vazgeçilmezleri olan Ulus Sineması, Büyük Sinema, Restoran Cevat, Soysal Apartmanı ve Kızılay Binası geçmişten gelip görüşmenin konusu olmuşlardır. “Kızılay’a yürürdük, Ulus Sineması’nın oraya kadar öyle gelirdik. Ulus Sineması şu anda Soysal Pasajı’nın olduğu yerdeydi. Soysal Pasajı’nda -tabii o bina yok- Soysal Apartmanı var. Şu anda o metronun çıktığı köşe, biraz daha büyükçe bir alandı. Restoran Cevat’ın açık bahçesiydi orası. Ankara’nın en iyi restoranlarından biriydi, yaz akşamları orada yemeğe giderdik. Bulvar’da Kocabeyoğlu Pasajı’nın yüksekliğinde dört-beş katlı binalar vardı. Ulus Sineması da öyleydi ve hatırladığım kadarıyla böyle kahverengimsi renkli birtakım binalardı. Belki de onlar griydi de, işte durunca kahverengileşmişti ya da benim çocuk aklımda öyle kalmış olabilir. O Restoran Cevat’ın bulunduğu, şu anda da Soysal Pasajı’na girilen tarafta dükkânlar vardı ve hatta antikacı vardı. Galiba Ankara’nın ilk antikacısı da oydu. Foto Baydaş vardı. Sağa doğru dönünce, Vakko’nun olduğu yerde Milka Pastanesi’nin bulunduğu iki katlı bir ev vardı. Hem önünde hem arkasında çok güzel bahçesi vardı. Ankaralıların buluştuğu yer orasıydı aslında. Sonra yanında, biraz aşağıda, şimdiki Gama İş Merkezi’ne mi denk gelir? Ya da Yüksel Çarşısı’nın olduğu yere mi denk gelir? Hülya Pastanesi açıldı. O zaman ben biraz daha büyüktüm, üniversiteye yakın ya da lisede olmam lazım. Çünkü arkadaşlarımla gidebilecek yaştaydım. Gama İş Merkezi’nin yerinde Amerikan Haberler Ajansı vardı. Kotu da biraz yüksekte kalan bir binaydı, krem rengi. Kızılay Binası’nı, önündeki parkı çok iyi hatırlıyorum. O parkta oynadığımı hatırlıyorum. Küçük bir büfe vardı, orada annem babam madensuyu, Kızılay Madensuyu içerlerdi, ben de ayran içerdim. Ziya Gökalp Caddesi’nde Fransız Kültür’ü hatırlıyorum; Fransız Kültür caddedeki yüksek binaydı. Onun yanında Yıldız Han vardır. O binada babam bir dönem memur olarak çalışmıştı. O binanın içine gidip gelirdik. Demek ki yüksek katlı birkaç bina varmış. Ajanstürk binası, üstünde o Türkiye haritasının işli olduğu, o da çok yeni bir binaydı, ama onun dışındakiler öyle aklımda çok net değil. Bu arada şunu da söyleyebilirim. Benim TED’de okuduğum dönemlerde, henüz daha Bülbül Deresi Caddesi böyle büyük bir cadde değildi. O Aksu Sokak’ da cadde değildi. Oradan dere akardı ve de çok yağmur yağdığı zaman biz bayram ederdik. Çünkü okulun zemin katını ve yemekhanesini su basardı, okul tatil olurdu. Bülbülderesi ufak bir sokaktı, ortasından dere akardı. Biz karşıya, Kurtuluş Parkı’nın o tarafa geçemezdik. Park da öyle ufak bir şeydi zaten. Ufak derken, hani ağaçlar babında söylüyorum. Alan olarak yine büyük bir alandı da, ama yasaktı oraya gitmemiz. Yani ne öğretmenler gönderirdi, ne biz giderdik. Kimse yok çünkü ortalıklarda. Karşı sırasındaki apartmanlar da hep 1970’lerde yapıldılar.” Maliye Evleri’nin imar durum belgeleri farklı tarihlerde alındığı için blokların farklı zamanlarda yapıldığı düşünülmüş olsa da, Zuhal Özcan ile yapılan görüşmeden blokların hepsinin aynı zamanda yapıldığı anlaşılmıştır. “Sanıyorum hepsi aynı yapıldı. Çünkü biz taşındığımızda üçü de vardı zaten. Hatta kiracımız varken, ki bu yabancıydı, bir Almandı. Karl Müller adında bir adamdı... Yabancılar çok otururdu bölgede. Elçiliklere yakın buldukları için, yürüyerek gidiliyordu her yere zaten. Araba falan yok ve herkesin lastik çizmeleri vardı mesela. Esat Caddesi’ne kadar lastik çizmeyle gidilir, orada çizme çıkarılır. O Esat Caddesi’nin tam Nenehatun’a çıkan yeri var. Ben ilkokula giderken -birinci sınıfa gidiyorum 64’lerde- orada büyük bir Amerikan binası vardı, sonra yıkıldı. Tuslog, o bina Tuslog binasıydı. Amerikalıların misafirleri ya da gelip de geçici bir süre konaklayacak olanlar o binada kalırlardı. Kapısı bacası çok fazla açılmayan, kapalı bir binaydı.”Maliye Evleri üç blok yapıldıktan sonra bu yapılara hizmet verecek bir kamusal mekan üretilmek istenmiş ama hiçbir zaman yeterli para olmadığı için bu istek gerçekleşememiştir..“Ha bir şeyi daha rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi bu üç tane apartman ya, iki tanesi yan yana duruyor, biri de karşı tarafta. A bloğun arkasındaki parsel, yine bu kooperatifin malıydı. 1968-69’lar civarında kooperatif onu bir müteahhide sattı, o arkadaki bina yapıldı. Şöyle düşünüyorlarmış. İki apartmanın arasındaki alan, arkadaki set ve sonraki parsel, bir çarşı, kendilerine küçük bir merkez yapmak üzere niyetlenmişler. Fakat hiçbir zaman paraları yetmemiş. Dolayısıyla ben o arkadaki binanın yapıldığını hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum hem de. Arkadaki Ballıbaba Sokak, benim yatak odamdan olduğu gibi görünürdü, bir tane bile bina yoktu. İşte demin size sözünü ettiğim, o çatılı, önünde balkonlu, iki ya da üç katlı evlerden oluşan yapılar tek tek görünürdü böyle, tane tane. Aralarda boşluk vardı.”Maliye Evleri’nde daireler salon, mutfak, banyo, tuvalet, üst katta iki yatak odası, bir de küçük sandık odasından oluşmakta, salonda yemek bölümü bulunmaktadır. Kalabalık aileler için tasarlanmamış olan bu dairelerde, çocuk sayısı arttıkça, yemek odası kapatılarak odaya dönüştürülmüştür."Daire ben çocukken yetiyordu, tek çocuktum çünkü. Aşağıda salon tek başına, mutfak-tuvalet, yukarıda da bir galeri, iki de yatak odası vardı. Bir de küçük sandık odası diye ifade ettiğimiz karanlık oda vardı. Banyonun karşısında olan yer. Koridorun tam karşısındaki oda benim odamdı. Banyonun yanındaki oda da annemle babamın odasıydı. Dolayısıyla bir tek çocuk için iyi bir durumdu, ama sonra kendi iki çocuğum olunca, çocuklar küçükken önce benim kendi kaldığım, yani o koridorun karşısındaki odada kaldılar, ikisi birlikte ranza yataklarda yattılar. Ama biraz büyüdüklerinde başka çare bulamadık, biz küçük yatak odasına geçtik, ebeveyn yatak odasına onları geçirdik. Bir süre sonra, işte büyük oğlum lise çağına filan geldiğinde baktık ki olacak gibi değil. Salonda giriş kapısının yerini değiştirdik. Salonun yarısını, cam tuğlayla böldük, büyük oğluma oda yapmak zorunda kaldık. Ben çocukken oturanların zaten çoğunlukla tek çocukları vardı.” Proje aşamasında galeri kısmı kütüphane olarak tasarlanmış, kütüphane mimar tarafından yapı ile birlikte ele alınmıştır. Kullanıcıların büyük bir kısmı, bu bölümü kütüphane ve çalışma odası gibi kullanmış, böylelikle tasarlanmış bir alanla, okuma kültürünün gelişmesine olanak sağlanmıştır. Dönemin sosyal yaşam alışkanlıkları nedeniyle mutfak ve banyo büyük ölçekli değildir. Dışa dönük sosyal yaşamın tasarıma yansıması olarak karşımıza çıkan bu durum, günümüzde değişmiş; içe dönük bir yaşamla birlikte, mutfak ve banyo temel mekanlar haline gelmiştir. Küçük mutfaklar yerini büyük mutfaklara, küçük banyolar yerini büyük banyolara bırakmıştır. "Mutfak bize yetiyordu. Çünkü bu kadar alet de yoktu. İşte bir tane buzdolabı vardı, bir de ocağımız vardı, o kadar. Başka bir ilave alet yoktu ki. Şofben mutfakta, buzdolabının olduğu yerde, kenarda bir şofben, biraz ileride ocak, onun yanında da evye dururdu, o kadar. Ankara’daki birçok restoranı biliyordum ben. Demek ki böyle bir kültür vardı. Benim babam Mülkiyeliler Birliği’nin kurucularından biriydi. Burada çok akşam yemek yediğimi hatırlıyorum. Ama annem çok güzel mezeler yapardı. Yani onu da düşünüyorum bir taraftan. Çok misafir gelirdi, babamın arkadaşları filan çok olurdu. Babamın kucağında oturup yemek yediğimi çok hatırlıyorum evde. Ama Merkez Lokantası sık gidilen bir yerdi. Hatta üniversite öğrencisiyken bile, teyzemin kızı da Ankara’da okuyordu o sırada, öğrenciydik , birlikte Ulus’ta yeni çıkmıştı, tavukların döneri, onlardan yerdik, Gençlik Parkı’nda öğle yemeğine giderdik. Çocukken Gençlik Parkı’na giderdik, çay bahçelerine gider otururduk. Göl Gazinosu’nda yemek yediğimi hatırlıyorum. Körfez Lokantası’nda Washington Restoran’da yemek yediğimi hatırlıyorum.” Dönemin sosyal yaşantısı görüşmenin her aşamasında dile getirilmiş, bu durumun kentsel ölçekte karşılığını olan özelleşmiş mekanlardan sıklıkla söz edilmiştir. “Annem ve babam sinemaya giderken, işte şapkalı, eldivenli gittiklerini ve babamın da böyle insanlara sokakta selam verdiğini hatırlıyorum, yürürken. Sinemanın fuayesinde beklerken, hani kapılar açılsın içeri girelim diye, sinema bu düşünün, yüksek sesle konuşursam uyarıldığımı hatırlıyorum. Alçak sesle konuşulurdu. Neredeyse her tiyatro eserini, opera eserini görürdük. Galaya uzun kıyafetlerle gidilirdi. Galaya ben gitmezdim... Ama biraz büyüyünce, CSO’nun konserlerine ya da bir galaya bir defa annem gidiyorsa, bir defa da babam beni götürürdü. Alışayım, öğreneyim diye götürdüğünü çok iyi biliyorum ve ona göre de elbisem olurdu yani. Elbise dikilirdi hususi bana. Öyle bir ciddi ortamdı o. Neredeyse şu size sözünü ettiğim komşuların hepsi o eserleri görmüş olurlardı. Kimler? Düşünün ki memur maaşıyla yaşayan, işte emekli yahut işte öğretmen, böyle insanlar.”Maliye Evleri’nde, önce Maliye’de çalışan üst düzey memurlar, sonra Amerikalılar, sonra askerler, sonra mimarlar, avukatlar, doktorlar oturmuştur. Şimdi ise Maliye Bakanlığı ile ilişkisi olan kullanıcıların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştır. “Çok faza kesim oturdu orada, mimarlardan da oturanlar vardı. Kadri İlal vardı mimar oturan. Aydan Erim oturmuş galiba burada, Aydan Bulca Erim; Cengiz Bektaş alt kat komşumuzdu zaten. Tabii, Kaya Yenen onun yanında otururdu. Cengiz Bektaş daha sonra zemin katta köşe daireyi satın aldı, oraya geçti Bedia Hanım’la birlikte. Kadri İlal’de A Blokta en üst kat, merdivenden sonraki ilk dairede oturdu. Epeyce mimar vardı yani. Sonra Prof. Dr. Zekiye Abalı vardı.” 1990’lı yıllara kadar mobilyalar orijinal olarak kullanılırken, sonrasında yeni ihtiyaçlar ve yeni malzemelerle birlikte kullanıcılar bazı değişiklikler yapmıştır. Mobilyaların büyük bir bölümü Azmi Koz tarafından mimari proje ile uyumlu bir şekilde yapılmıştır. Lambriler, oturma köşeleri, ayaklı lambalar mimari projenin bir parçası haline gelmiş, ısınma sistemi kaloriferli olan kooperatifte, dönemin siyasal koşulları ve petrol zamları ısınmayı etkilemiştir. Soba kuracak baca olmadığı için, kullanıcılar ısınmak için akrabalarının yanlarına sığınmıştır.“İhtilalden hemen sonra olabilir, çünkü kış dönemi. Kömürsüz kaldık biz; hiç kömür yok, ev buz gibi. Hatta o kadar soğuk oldu ki, Aydınlıkevler’de, bir hafta kadar babamın bir akrabasının sobalı evine misafir gittik. O arada soba kurmak düşünüldü, soba kuracağız, şömineye bir delik delip, bacanın olduğu yere, oraya soba kurmaya karar verdik. Ama bu işi yapana kadar, annem babam dediler ki gidelim biz bu işi kotarana kadar orada kalalım akrabalarda. Kömür öncesinde de, fueloille ısınıyormuş apartmanlar, ama ben onu çok iyi hatırlamıyorum. Ama fueloilden vazgeçildiğini, kömüre geçildiğini biliyorum. Kömür tepeciği olurdu arka bahçede. Şimdiki kadar araba olmadığı için, bir küçük kömür tepeceği olurdu. Kimse de almazdı.”Maliye Evleri’nde oturan kullanıcılar tasarım ile ilgili şikayetlerini dile getirmekte; kullanıcı ile mimar arasındaki kopmaz bağ, yapı ayakta kaldığı sürece varlığını korumaktadır.“Herkes merdivenlerde biraz söylenirdi, inip çıkması zor diye. Hani demek ki 50’li yaşlarında zor geliyordu muhakkak. Bir de mutfaktan şikâyet edildiğini biliyorum. İşte o dolaplar ve mutfak tezgâhı, daha ben evlenmeden önce, üniversite öğrencisiyken yıkıldı mutfak ve yapıldı. Ondan şikâyet edilirdi. Kullanışsız, raf çok az, yetmiyor diye. Tezgâh derinliği kadar o dolap, arkaya ulaşıp bir şeyler almak çok zordu. Öyle bir dert vardı yani. Ancak pencere silmek çok güzeldi, çünkü her pencere açılırdı, dışarıdan çıkıp da aman aşağıya düşersin korkusu yoktu, balkona çıkıp pencere siliyordunuz. O yukarı yatak odalarındaki pencerelerden bir tanesi küçük açılırdı, onun üstündeki vasistas içe açılırdı, büyük kanat yine açılırdı. Hiçbir yere çıkılmadan o evin bütün pencereleri silinirdi. Dışarıya çamaşır asılmasına, ön tarafa, müsaade edilmezdi mesela” Aynı işyerinden birbirini tanıyan insanların oturduğu bloklarda, evlerinin kapılarını açarken karşılaşan kullanıcılar arasında sıcak komşuluk ilişkilerinin kurulması mümkün olmuştur. “Komşularla Karınca Sineması’na giderdik, Timur Selçuk oraya gelip konser vermişti, biz de dinlemiştik. Esat son durakta, caminin önünde şimdi bir park var orası, o parkın olduğu yer açıkhava sinemasıydı. Tahta sıraları vardı uzun uzun, minderimizi alır da giderdik. Yani tahta sırada oturmak zordu, kolumuzun altına bir minder sıkıştırıp, öyle giderdik”.