Çankaya İlçesi Güvenevler Mahallesi Güneş Sokak'ta yer alan 7 ve 9 numaralı apartmanlar, Bozcaadalı ailesi için aile apartmanları olarak yaptırılmıştır. Cinnah Caddesi ve çevresinde dönemin ilk apartmanları olarak inşa edildikleri sözlü görüşmelerde ifade edilmiştir. Yine sözlü görüşmelerden anlaşıldığı üzere mimari projeler Yüksek Mimar Nizamettin Doğu tarafından hazırlanarak 1951 yılında onaylanmıştır. Betonarme iskelet sistem ve tuğla yığma sistem olarak inşa edilen yapılar, iki ayrı apartman yapısı olarak bodrum kat, zemin kat ve iki normal kattan oluşmuştur.Geniş bir bahçe içerisinde iç içe geçmiş iki dikdörtgen formda inşa edilen apartmanlar ölçekleri, iç ve dış arasında kurdukları denge, bahçe içindeki konumları, özelleşmiş girişleri ve balkon detayları ile dikkat çekmektedir. Arka cephe yapıların konumları nedeniyle özelleşmiş, kavisli balkonlar geniş bir saçakla sonlandırılırken, iki yanda duvarlar içine alınarak çıkma etkisi yaratılmıştır. Yapıların girişi iki kütlenin birleşim yerinden alınmış, bir saçakla giriş vurgulanmıştır. Cephelerde yer alan payandalı Fransız Balkonlar ile cephe etkisi güçlendirilmiş olan yapılarda arka cepheden bahçeye çıkış verilmiş, yapılar zeminden yükseltilerek bodrum katın ışık alması sağlanmıştır.Aile apartmanı olarak inşa edilen yapıların her katında bir daire bulunmaktadır. Daireler iç içe geçişleri olan dikdörtgen planlı üç parçalı salon, mutfak, iki tuvalet, üç oda, banyo, kiler ve çamaşırhaneden oluşmaktadır. Isıtma sitemi kaloriferli olan yapılarda, araçlar için üstü teras olarak kullanılan garaj mevcuttur. Güneş Sokak 7-9 iklimsel özelliklerin cephe karakterine yansıması, bahçe-konut ilişkisi ve dönemin sosyal yaşamının mekâna yansıması gibi özellikler nedeniyle özgün örneklerdir.
Yapının projelerine ulaşılamamıştır.Bilgiler sözlü görüşmelerden derlenmiştir.
Mustafa BozcaadalıGörüşmeyi Yapan: Tezcan Karakuş CandanGörüşmeyi Derleyen: Tezcan Karakuş CandanGörüşme Yapılan Kişi: Mustafa BozcaadalıGörüşmeden Derlenen Bilgiler Mustafa Bozcaadalı 1945 Ankara doğumludur. Kızılay'da başlayıp, Kavaklıdere’de devam eden yaşamında, o dönemin Ankarasına ve Güneş Sokak'ta aile tarafından yaptırılan 7 ve 9 numaralı konutların yapım sürecine tanıklık etmiştir. Cinnah Caddesi’nin paralelinde olan Güneş Sokak'taki üç katlı iki yapının mimarının Nizamettin Doğu olduğu bilinmektedir. Kullanıcının doğaya ve çevresine olan yoğun ilgisi sonucu, çocukluk yıllarındaki Kızılay'ın ve o dönemde anlam ifade eden mekanların hikayesine dair anlatımlar oldukça zengindir. "Beş yaşına kadar Kızılay'da oturduk. And Çarşısı’nın olduğu yerde And Apartmanı vardı, orada oturuyorduk. Babam diş hekimi idi. And Apartmanı’nda kiradaydık, orada çok doktor otururdu. Kamil Sokullu, A.Ü.Tıp Fakültesi'nin Birinci Hariciye’nin başındaydı. Bahtiyar Bey vardı. O da çocuk doktoruydu. Büyük bir kısmı doktordu oturanların. Ben doğduğumda oraya taşınılmış. Onun için mimarını hatırlamıyorum. O dönemin Kızılay’ını iyi hatırlıyorum. Tuna Caddesi’nin biraz ilerisinde pazar vardı. Pazar kurulurdu, haftalık pazar, Mithatpaşa'nın karşısına gelen caddede. Çok hoşuma giderdi. Ben fazlasıyla doğa ve hayvan düşkünü bir kişiyim, onun için etrafa o zamanlar bile çok dikkatli bakardım. Çok güzel bir sistem vardı. Ortada bir refüj, refüjün her iki tarafından ağaçlar; gidiş yönünde de dönüş yönünde de ağaçlar vardı. Gayet güzeldi. Otobüs durakları vardı. O zamanlar troleybüsler vardı daha çok. Troleybüsler bizim evin önünden kalkardı. O düdük sesine kardeşimle birlikte dikkat ederdik. Apartmanlar en fazla dört katlıydı. Hepsi yıkıldı galiba. Bir tane Kocabeyoğlu’nun olduğu yer ve Büyük Apartman kaldı. Kızılay binası, o da üç katlıydı. Çok güzel bir bahçesi vardı, o da yıkıldı. Oraya götürürlerdi bizi oynasın hava alsın çocuklar diye.. Çok hoştu. Kalabalık değildi. GMK Bulvarı’nda daha eski binalar vardı, büyükelçilik binaları vardı. Hala bir tanesi duruyor, kebapçı olarak. Macaristan Büyükelçiliği idi. Onun yanında Güvenpark vardı, onun yanında çocuk parkı vardı. Çocuk parkına erkekler alınmazdı onun için bizi kadınlar götürürdü. Sakarya'da da üç katlı küçük küçük evler vardı. Oralar daha çok alışveriş merkeziydi. Köroğlu diye bir şarküteri vardı. Goralı Tavukçu vardı."Kullanıcı görüşmede 1950 yılını ve Amerikalıların yaşamımıza girişini kendi açısından, Kızılay ve çevresi üzerinden değerlendirerek, bütünlüklü bir biçimde aktarmıştır."1950’den sonra orada (Sakarya Caddesi) Amerikan Pazarı olmaya başladı. Amerikan malları satılmaya başladı. Şimdiki Abdi İpekçi Parkı Amerikalıların binalarının bulunduğu, hem de araçlarının park edildiği yerdi. Daha sonra Amerikalılar Maltepe civarında bir yere geçmişlerdi. Sonra Balgat’a geçtiler, sonra Esat’a geçtiler. Epeyce dolaştılar." Mustafa Bozcaadalı kendi mekanını çevresi ve yaşanan olaylarla bağlantı kurarak anlatmış, bugün için kentte simgesel olan mekanların geçmişteki kullanım ve isimlerine dair bilgiler vermiştir. "1950’de babam bir arsa almış Güneş Sokak’ta, Cinnah’ın bir paralelinde. Oraya üç katlı bir ev yaptırdı. Kendisi yaptırdı, oraya taşındık. Mimarı Nizamettin Doğu. İki tane yan yana. Bir de İstanbul’dan hem akrabamız hem dostumuz olan başka birinin var. Şimdi dokuz numara. 18.000 TL’ye almış arsayı, çok pahalı almış. Bina çok çabuk bitti. Bizi inşaata götürmezlerdi. Bina ortaya çıktıktan sonra götürdüler bir iki kere. Ama onu tam hatırlamıyorum 6-8 ay falan gibi sürdü galiba inşaat. 7 ve 9 numara aynı anda yapıldı. Anladığım kadarıyla babam daha rahat edebilmek için arsa alıp ev yaptırdı. O zamanlar Cinnah Caddesi'nde bir polis kulübesi vardı, bir de PTT vardı. Yukarıda da gayet güzel bir taş ev vardı. Ona Yaverin Evi derlerdi. Yokuş bayağı bir dikti. Kışın kar yağdığında yukarı çıkar, oradan kızak kayardık. Onun dışında herhangi bir yapılaşma yoktu. Şimdi Yıldırım Beyazıt Üniversitesi olan yerde, iki elçilik vardı. Birisi Kanada Elçiliği’ydi diğerini hatırlamıyorum; bahçe içerisinde geriye doğru idi. Yolun üstünde değil de öyle içeriye doğru idi. Karum'un olduğu yer bağdı. Tunalı Hilmi Caddesi’nin adı o zaman Özdemir Caddesi’ydi. Biz öyle derdik. Özdemir'e gittik, Özdemir’den geldik derdik. Daha çok iki katlı evler vardı yanlış hatırlamıyorsam. Yakup Kadri Karaosmanoğlu otururdu. Bizim sokağın önünde, Güneş Sokak’ın önünde Güvenevler Kooperatifi’nin evleri vardı. En köşede şimdi Garanti Bankası'nın misafirhanesi olan yer Adnan Menderes'in eviydi. Adnan Menderes o zamanlarda yeni başbakan olmuştu, etrafta öyle yaya gezerdi. Öyle korumasız falan gezerdi. Çocuklarla konuşurdu, etrafta köpekler, her türlü hayvan olurdu. 1950–1951 kışında her tarafa kar yağdı, diz boyu kar oldu kışın. Çok ilginç bir anım var. Bahçede oynuyoruz arkadaşlarla, kardeşimle filan, birden kapı açıldı: “Çabuk içeri, çabuk içeri” dediler. Biz daha ne oldu, niye derken kolumuzdan tuttukları gibi sürükleyerek götürdüler. Meğer kurt inmiş. Kurt görmüşler. Altı, yedi yaşındaydım o zaman." Kullanıcı görüşmede mekanın şekillenişinde annesinin ve babasının yaklaşımlarını ifade ederken, kadın odaklı mekan belirleme sürecini de ortaya koymuştur. Aile ilişkilerinin, özellikle kalabalık aile olmanın ve önceki kuşaklarla birlikte mekanı paylaşmanın, kentte aynı apartmanın kullanılması biçiminde geliştirildiği görülmektedir. "Büyük ev istediler, annem kendine göre nasıl yerleşmek istediğini anlatıp öyle bir yer istedi. Babam sağlam olmasını önemsiyordu. Annem içi hakkında şu büyüklükte salon olsun, antresi şöyle olsun biçiminde görüş belirtti. Mutfak küçüktü. Bugünkü mutfakların dörtte biri kadardı. O zamanki dönemin sistemi oydu belki de. Evde yemek yerdik, dışarıya çok az çıkardık. Büyükbabamla anneannem de alt katımızda oturuyordu. Üç daire vardı; her katta bir daire vardı. Cümle kapımız vardı apartmanda, bahçe kapımız vardı, garaj kapımız vardı. Hep kapalıydı. Ayrı odalarımız vardı. İki kardeşiz, önce kardeşimle aynı odada kalıyorduk; o zaman benim sonradan kaldığım odada anneannemin annesi haminne kalıyordu. Annem hep “Neden mutfağı küçük yaptık” diye söylenirdi. Babam, “Mimar öyle yapmış, ben de o zaman bu kadar sıkışık olacağını tahmin edemezdim” derdi. 1971’de İstanbul’a döneceğimiz zaman ev Daş ailesine satıldı. Daş’ların burada birçok gayrimenkulü vardı. Yıldıray Daş, Nuri Daş, Aslan Daş, dört erkek kardeştiler ve bir de amcaları vardı. Hep bir arada oturalım demişler, ilk önce dokuz numarayı aldılar, bir yıl sonra ısrarla yedi numarayı da istediler. Yedi numarayı da aldılar, o günden beri de bir değişiklik yapmadılar. Anladığım kadarıyla sadece renk değişti. İçini bilmiyorum. Bizim zamanımızda binanın rengi kirli beyazdı, şimdi pembemsi yapmışlar. Dairede üç büyük salon vardı hepsi birbirine geçişli. İki uçtaki enine dikdörtgen , ortadaki de dikine idi. Bizim oturduğumuz ilk giriş katında salona iki basamakla inilirdi. Yukarılarda basamak yoktu. Üç salon var demiştim, ortadaki kısım kabul yeriydi, konuklar geldiğinde otururdu. Mutfağın yanındaki enine dikdörtgen olan salon yemek odasıydı ve en sondaki de oturma odasıydı. Koridorlar geniş değildi. üç yatak odası vardı. Ebeveyn odası büyüktü, ötekiler normaldi. Bahçemiz vardı. Galiba 1080 metrekare arsaydı. Daireler büyüktü. Mutfağın yanında çamaşırhane vardı. O zamanlar her şey elle yıkanırdı. İki tane tuvalet vardı. Üç tane oda vardı, bir tane de kiler gibi oda vardı. Ev aydınlıktı. Biz o zamanlar oyun oynamayı çok isterdik. Koşmak için, futbol oynamak için çok iyiydi. Tenis topuyla futbol oynardık. Biz taşındığımızda dokuz numaradan sonra on numarada yol bitiyordu. Ondan sonrası arsaydı; aralarda böyle birkaç tane ev vardı gene. Isıtma kaloriferliydi, kömürlüydü. Tavşanlı'dan kömür gelirdi. O kömürler yığılırdı, ondan sonra içeri atılırdı. 7 ve 9’un ısıtma sistemi ayrıydı. Bahçede ayrıca arabalar için garaj vardı. Bizim üç garajımız vardı. Galiba yan tarafın iki garajı vardı. Garajın üstü teras gibiydi. Oraya çamaşırlar asılırdı, balkonlara çamaşır asılmazdı. Çamaşır günü olurdu. Herkes istediği gün yıkardı ama bizde öyleydi, çamaşır günü olurdu. Çamaşır günleri oraya gider asarlardı. Bayağı büyükçe bir alandı. Tam olarak aile apartmanı gibi değildi, 2. ve 3. katlar daima kiraya verilirdi. O zamanlar bu tip evler çok olmadığı için yabancılar tutuyordu daha çok. Büyükelçilik mensupları falan. Kiracılarımız arasında İtalyan sefaretinden vardı, Alman sefaretinden vardı. Amerikalı denizci albay gelmişti çocuklarıyla birlikte. Onların çocuklarıyla arkadaştık. Bütün çocuklarla arkadaştık." Konutun yakın çevresi de görüşmede konu edilmiştir. Konut sadece kendinden menkul bir yapı değildir. Çevresi ile birlikte bir yaşam alanıdır. Bu nedenle Mustafa Bozcaadalı konutunu anlatırken çevresini de konutun bir parçası olarak anlatmıştır. Yaşamın geçtiği güzergahlar o günün yaşam rotasına sadık kalınarak, bir bütünlük içerisinde ifade edilmiştir. "1957’lerde, 14 Mayıs Evleri vardı. Orada da arkadaşlarımız vardı. Oralar o dönemde Şaraphane denilen bir yerdi, üzüm bağıydı, yanında ufak imalathanesi vardı. Kavaklıdere Şarapları’nın yapıldığı yer. Onun dışında kooperatif evleri vardı. Kooperatif evleri değişik değişikti. Üç katlıları vardı, iki katlıları vardı. Tek katlısı da vardı galiba. Orada da oynardık. Güvenliydi. Bizim sokağın başında da bir bekçi kulübesi vardı. Muhtemelen başbakan orada oturuyor diyeydi. Hemen aşağıda, şimdiki ilk sokak mıydı bilmiyorum, orada da Kavaklıdere Polis Karakolu vardı, diğer yerler boştu. Her taraf boştu. Şimdiki semt halinin olduğu yerde futbol sahası vardı. Aşağı yukarı herkes aynı okula giderdi. Ayşe Abla Okulu’na giderdik. Sonra TED’e gittik. O zamanlar, şimdiki Karum olan şaraphanenin önünden özel öğrenci otobüsü kalkardı. Sadece öğrenciler binebilirdi. Belediye otobüsüydü, biletle binerdik. Yanlış hatırlamıyorsam biletler 2,5 kuruştu, delikli biletti. Okuldan dönüşte öyle bir şey yoktu. Ya otobüse binilirdi, ya da dolmuşlar vardı Güvenpark'ta. Okuldan çıktıktan sonra kızlar bir tarafta biz öbür tarafta yürürdük , sonra birleşirdik çıkışta. 1963 yılına kadar TED’de kızlar ve erkekler ayrı okudular. 1963’te birleşti. Şimdi üniversite olan yer kızların, öteki taraf, ilk giriş binası erkeklerin tarafıydı. Çok güzel bir binaydı. Okuldan çıkıp yürüyorduk ya, bir yerlere takılıyorduk. Kızılay'da Goralı sandviçcileri vardı. Oralara giderdik. Sonra biraz daha büyüyünce -lise 1-2- Kareli diye bir birahane vardı, oraya giderdik. Genişçe hasırlardan kare kare yapmışlardı bütün her tarafı.. Zafer Çarşısı’nın oradaydı, SSK’dan bir iki bina bu taraftaydı. Piyasa vardı bir kere, büyükler de piyasa yapardı. Kavaklıdere’den Sıhhiye’ye kadar piyasa yeriydi. Herkes yürürdü. Herkes birbiri ile selamlaşırdı. Konuşmasalar bile şapka çıkararak selamlaşırdı. Asıl çarşı ve ihtiyaç malzemeleri Ulus’taydı, Gözlükçüler, şunlar bunlar, hepsi oradaydı. Kızılay’da iki tane vardı. Şimdi SHÇEK binasının olduğu yerde Özen Pastanesi vardı. Bir de bizim evin altında (And Apartmanı’nın altında) Petpak Pastanesi vardı. Çok güzeldi oralar, kocaman bir refüj vardı ortada."Yaşamın bütünlüğü içerisinde sosyal yaşam hep önemli bir yer almıştır. Gece hayatı, sanat hayatı, mutfak kültürü vb., bir zaman tünelinden geçer gibi anlatıda dile getirilmiştir. "Ankara'da gün çok uzun değildi, akşam 7’den sonra bitiyordu. Büyükler için gece hayatı vardı. İki tane restoran vardı, ikisi de Beyaz Rus tarafından işletilirdi. Biri Ulus’ta şimdi 100. Yıl Çarşısı'nın olduğu yerde. Öteki de Kızılay'da Yapı Kredi Bankası'nın olduğu girintili tarafındaydı. Onun ismi de Süreyya'ydı. O’nun işletmecisi Türk kökenli biriymiş. Öteki Rus’tu. İki tane ünlü restoran vardı. Sonra normal lokantalar falan vardı. Tavukçu gibi. Sakarya Caddesi'nde de evler vardı, orada da tek tek evlerde otururlardı. Şimdiki Mithatpaşa Caddesi'nin Sıhhiye tarafında Sandal Lokantası (içkili lokanta) vardı. TRT’nin ilk binasının hemen yanında -o ev hala duruyor- o tip evler vardı. Bir tanesi de Hamdullah Suphi Tanrıöver’indi mesela, orada oturuyordu. Şimdi SSK Genel Müdürlüğü’nün olduğu yerdeydi. Karayalçın zamanında kullanılan belediye konutu vardı. O tipti evler, öyleydi. Ana caddenin dışında yan yana evler çok azdı; evler hep bahçeliydi. Piyasa çok önemliydi, herkes gezerdi. Ulus Sineması vardı Ziya Gökalp'ın başında; Sıhhiye'de Ankara Sineması ve Büyük Sinema vardı. Esat bomboştu o zaman. Cebeci’de 3-4 tane küçük sinema vardı. Konservatuvar binası vardı. Taş bina çok güzeldi. O taraflara konsere gidilirdi. Fakülteler vardı. Askeri tesisler vardı. Orada daha ufak bahçeli evler vardı. Sonradan apartmanlaştı. AOÇ’ye Hayvanat Bahçesi’ne gidilirdi. Okul gezileri yapılırdı. Oralarda mangal falan yapılırdı. Ulus’ta bazı yerler vardı. Gönç Kebap gibi. Döner orada yapılırdı. Döner yemek için gidilirdi. Daha yakın dönemlerde, Olgunlar’ın başına kaydı. Okuldan dolmuşla Bulvar’dan giderdik. Sağ tarafta Bakanlıklar vardı. Son durak Cinnah Caddesi'nin başıydı, dolmuşların son durağı. Semtin adı Güvenevler'di. İş Bankası'nın olduğu yerde Afet İnan Parkı vardı. Oranın bulunduğu yerde, nal şeklinde, yuvarlak bir bina vardı, oranın çarşısıydı. Sekiz tane dükkan vardı, ortası bahçeydi; çok ilginçti. Üst katında da bir restoran vardı. O restoran hiç işlemedi, sonradan hep el değiştirdi. Ama kasabı, manavı, bakkalı, çilingiri vardı. 60'larda yıkıldı. Orası otobüsün son durağıydı, yokuşu çıkar, oraya gelir -onun da ortası oval gibi , dikdörtgen gibi- saatini bekler kalkardı. Büyükbabam aynı zamanda ansiklopedilerde de olan Türk Klasik Musikisi bestekarıdır: Suphi Ziya Özbekkan. Onun için her partiden insanlar gelirdi. Fuat Köprülü’ler, İstanbul’dan eski tanıdıkları, gelirlerdi, görüşürlerdi. Edebiyat konuşurlardı. Büyükbabam Ankara’ya döndükten sonra bir ara Radyoevi Müdürlüğü yaptı. Çarşamba akşamları program yapardı. Biz o zaman Kızılay’da And Apartmanı’nda oturuyoruz. Büyükbabam da şimdi Alman Kültür olan yerdeki apartmanda oturuyordu. Orası ufak bir apartmandı. Büyükbabamın çalıştığı devlet dairesinin (Dışişleri’nin) lojmanıydı. Dairelerden birinde oturuyordu. Yazın Çarşamba akşamları fasıl olurdu, büyükbabam onu idare ederdi. Dokuz numaranın ikinci katında Ayşe Kulin’in anne babası oturuyordu kiracı olarak mesela. Ondan sonrakilerin hepsi yabancıydı. Yabancılar orayı daha çok seviyordu. Onlar şehir içinde oturmak istemiyorlardı. Belki de elçiliklere yakın olduğu için orayı seçmişlerdir. Evde hiç ağırlamamıştık onları ama bahçede görüşürdük, davet ederdik, çocukları ile oynardık." Kültürler arası etkileşim ve komşuluk ilişkileri mobilya sahipliliğinde önemli bir ayrıntıyı ortaya çıkarmıştır."Mobilyalarımızı İstanbul’dan getirmişlerdi bizimkiler. Atatürk zamanında Türkiye’ye gelmiş olup da ülkelerine geri dönen profesörler vardı ya, o profesörlerle büyükbabamlar dosttular, ahbaptılar. Onlar kendi ülkelerine giderken eşyalarını verirlerdi. Büyükbabam Dışişleri’ndeydi, onlar yurtdışında kalmışlardı, profesörlerin hepsi ile görüşürlerdi. Profesör Marchionini vardı. Onlardan bir takım eşyalar alınmıştı. Annem babam İstanbul’dan Ankara’ya gelip Ankara’da evlenmişler, aslında akrabalar. Evlendikten sonra eşyaları Türk bir ustaya yaptırmışlar. Ama çok güzel yapılmıştı. Biz hala kullanıyoruz, eşim çok meraklı. Sanırım Marchioni’nin idi, 150 senelik oymalı bir sandık vardı, onu giderken bize bıraktı, o da bizde."